KUANTUM SIÇRAMA
Özellikle,
kişiliğinizin temelini oluşturan “çekirdek inanç” çok önemli bir
konudur. Ve bu modelin her defasında nasıl işe yaradığını görmek, sizin
için de şaşırtıcı olacak. “Kuantum Uygulama” derin düzeyde bir çalışmayı
içerir. Daha çok hücresel düzeyde bir çalışmayı. Ayrıca ailesel kaderle
ilgili ortak enerjiyle ve ortak morfo genetik alanla ilişkili
çalışmaları da kapsar. Bu yüzden derin, kalıcı ve güçlü bir etki yapar.
Bütün
dünyada, artık insanla ilgili her konuda bütüncül bir yaklaşım söz
konusu. İnsan; zihin, beden ve ruh üçlemesinden oluşuyor çünkü. Bu üç
kısımdan en etkili olanı “ruh”tur. Yâni insanın “kendisi” ya da Ben.
Seçimleri yapan bu “Ben”dir ve olaya bu açıdan bakmadıkça, sorunlara
çözüm bulmak da imkansızlaşır.
İnsan gökte ya da yerde olmayı
kendisi seçer. “Çekim Yasası” gerçekten çok önemli bir sır. “Benzer,
benzerini çeker” diye özetleyebileceğimiz bu kural, ne düşünür ve ne
beklersek, onun gerçek olacağına dair evrensel ve kadim bir yasayı
ortaya koyar.
O halde hayatınızda iyi şeylerin olmasını
istiyorsanız, iyi şeyler düşünmeniz gerektiği çok açıktır. Bu konuda bu
aralar pek çok kitap çıktı. Özellikle “Sır” adlı kitap sansasyonel bir
etki yaptı. Harika! Kaderciliğe ve acizliğe indirilmiş bir darbeydi bu
ve tam da en uygun zamanda yayınlandı.
Ancak, hiçbir şekilde görmezlikten gelemeyeceğimiz çok önemli iki yasa daha var:
Hak Yasası ve Tekâmül Yasası.
Bu
iki yasa hakkında “Kuantum Düşünce Tekniği” kitabında açıklamalar
bulabilirsiniz. Çünkü hayat sâdece “düşün ve istediğini elde et!” gibi
basit bir formülle özetlenemez.
Olumlu bir şekilde düşünebilmek
için, önce çekirdek inancın değişmesi gerekir. İkinci olarak, elde
ettiğiniz şeylerin hak çizgisine uygun olmaları şarttır. Üçüncü olarak
ise, elde edeceğiniz şeylerin, o an sizin tekamülünüz için uygun
olmaları bir zorunluluktur.
“Gerçek neden acıdır?” Çünkü ego,
gerçekten hoşlanmaz. Onun varlığı, gerçek olmayanın üzerine kurulmuştur.
Bu yüzden, gerçeklerin üzerleri örtülür ve bir süre sonra sır olarak
kalmaya başlarlar.
Hayatınızın bütün sorunları, sahte kimliğiniz
tarafından üretilir. Bu, birinci gerçektir. Kaldırılamayacak kadar
çıplak mı bu gerçek?
KUANTUM ÖNERMELER
İnsan, kendi Tanrısal potansiyelini ortaya çıkarmak için yaratılmıştır.
Hayatımızın
tüm araçları bu ana amaca hizmet ederler. İşimiz, ailemiz, sosyal
ilişkilerimiz ve maddi kazanımlarımız, bedenimiz ve hayat
deneyimlerimiz, bunların hepsi, özümüzde var olan Tanrısal niteliklerin
ortaya çıkmaları için birer araçtır. Araçları amaç haline
getirdiğimizde, ki bunu sık sık yaparız, sistem, bizi tekrar sahaya
çekmek üzere işlemeye başlar.
Zihin ile beden ve dış dünya ile insanlar arasında sibernetik bir etkileşim mevcuttur.
İnançlarımız, düşüncelerimiz ve duygularımız dış dünyada nelerin olup-biteceğini birebir belirleyen enerjilerdir.
Dolayısıyla, zihinde ne varsa, dışarıda da o olacaktır. Tersine bir
deyişle, dışarıda olup-biten her şey, zihinde olup-bitenlerin
açılımından ibarettir. Siz, eninde-sonunda size bir haksızlık
yapılacağına inanıyorsanız, hiç merak etmeyin bu gerçekleşecektir.
Başarmak için koşuşturup-duruyor, ama sonuca ulaşamıyorsanız, bilin ki aslında başarıdan korkuyorsunuzdur.
İnsan bedeni, düşünceyi somut bir biçime dönüştüren çok boyutlu bir yapıdır.
Düşünceler
ve duygular, nörolojik düzeyde başlayan bir süreç aracılığı ile değişik
kademelerden geçerek çeşitli fizyolojik etkiler oluştururlar.
Düşünceler, nöro-peptitler aracılığıyla kimyasal reaksiyonlara
dönüşürler.
İnsanın en büyük çelişkisi, kendisini koruma içgüdüsü ile kendisini ifâde etme emri arasındaki karşıtlıktan doğar.
Beynin
ilkel kısmında kodlanmış olan kendini koruma içgüdüsü ile ruhtaki
gelişme emri arasındaki dengesini yitirdiğinde, kişi, yerinde
çakılır-kalır ve bir süre sonra bedeni de buna uygun tepkiler göstermeye
başlar. Kendimizi koruma yanımız, hep bir güvenlik arayışı peşindedir
ve bu nedenle gereken her şeyi yapması için, beynimizi ve bedenimizi
zorlar. Ruhtaki gelişme arzusu ise, mutluluk ve haz peşindedir, sâdece
güven içinde olmak ona yetmez ve sonunda mutlaka bu kısmımız, diğerini
alt eder. En ideali, bu iki kısmın birlikte ve uyum içinde
çalışmalarıdır.
İnsan kendi seçimlerinde özgürdür ve karşımıza çıkan sonuçları yaratan da bu seçimlerdir.
Yaşamımızla ilgili bütün sonuçlar, bizim seçimlerimizle oluşurlar.
Sorunlar, ancak sürüngen (ilkel) beyinde kayıtlı olan strateji değiştirilirse çözülebilirler.
Diğer
bütün çalışmalar (Reiki, Meditasyon, Biyoenerji, NLP, Nefes Terapileri,
Akupunktur) ya bilinç düzeyinde, ya bilinçaltı düzeyde, ya enerji
düzeyinde ya da duygu bedeni düzeyinde işlem yaparlar. Sürüngen beyin
ise, bütün biyolojik varlığımızı kontrol eder ve bizim çevreye
yaydığımız temel enerjiyi belirler. O yüzden sürüngen beyindeki kaydı
değiştirmek, hayati bir önem taşır.
SÜRÜNGEN BEYNİ TAKDİMİMDİR
Doğrusunu bildiğiniz halde, yanlışını yaptığınız zamanlar oldu, değil mi?
Daha
iyisini yapacağınızı bildiğiniz halde, kendinizi sınırladığınız. Sanki
kendinizi ikiye bölünmüş gibi hissettiğiniz zamanları hatırlıyorsunuz
değil mi?
Kafanızın arka tarafındaki küçücük, ama çok önemli bir organdan söz edeceğim şimdi: “sürüngen beyin”den!
Beynimizin
alt ve arka tarafında, evrimin ilk aşamalarından, bir sürüngen olarak
yaşadığımız dönemden bize miras kalan bir bölüm bulunur. Adına:
“Serebellum” denilen bu kısım, yaşamımızı sürdürmekle ilgili olan
reflekslerimizi oluşturmakla yükümlüdür. Bu nedenle de: Yemek, içmek,
barınmak ve kendini güvende hissetmekle ilgili konularla ilgilenir.
Burası, “aklın çekirdeği”dir aslında. Ancak bu organ, çok basit bir
mantıkla iş görür. Onun için her şey ya siyahtır ya da beyazdır veya iyi
ya da kötüdür. Ya durmalı ya da kaçmalıdır.
İşte bizim bilinçli
zihnimizle; iyi olmayı, başarılı olmayı, sağlıklı olmayı istememize
rağmen, bunlara ulaşmamıza engel olan, beynin bu kısmıdır. O, sâdece
hayatta kalmakla ilgilenir, mutlu olmakla değil.
O “en azından”
mantığıyla çalışır. En azından bir maaş, en azından yatacak bir yer, en
azından bir eş, en azından yaşamak…Fakat bu “en azından” mantığı, bir
süre sonra hedeflenen sonucun da elden gitmesine yol açar. Çünkü bu, işe
yaramayan bir stratejidir.
Bizim tarafımızdan iletilmiş olan bir
kararla sürüngen beyin tarafından oluşturulan yaşam stratejisi, bir
“çekirdek inanç” doğmasına yol açar. Ve her şey, bu çekirdek inanca göre
şekillenir. Buradaki “her şey” gerçekten “her şey”dir. Bilinçaltı
matriksimiz, kişiliğimiz, ilişkilerimiz ve tüm “kaderimiz”dir.
Sesi çok güzel olan genç bir kadının, tam da hayallerini gerçekleştireceği bir sırada boğazında nodül çıkmıştı.
Bir başkası, büyük bir şirketin genel müdürü ve çok başarılı bir
yöneticiyken, babası ile yeni bir işe giriştiklerinde, bu işi batırmak
için özellikle çaba harcadığını fark etmişti.
Bir adam,
çalıştığı şirkette çalışkanlığı ve yetenekleri ile en tepe noktaya
geldiği an işten çıkartılmıştı. Daha doğrusu kendisini işten attırmıştı!
Çünkü
sürüngen beynin stratejisiyle, bilinçli aklın amaçları çatışıyorlardı.
Ve o da, bu çatışmanın arasında kalıyordu. Aynı anda iki farklı emri
birden beyninin içinde duyuyor ve birbirleriyle çelişen bu iki emre de
uymaya çalışıyordu. Ve sonunda strese giriyor, bedeni de bir hastalık ya
da bir sonuç üretiyordu.
Emin olun ki, bu gibi durumlarda
kazanan, her zaman sürüngen beyin olur. Göğüslerimizde tümör oluşmasına
ya da ay sonunu zar-zor getirmemize sebep olan veya birdenbire bütün
yeteneklerimizi sıfırlayan odur.
Mutlu olmadığımız bir ilişkiyi sürdürmemizi sağlayan ya da yeni bir ilişkiye girmemize engel olan da odur.
Sürüngen beynimizdeki stratejiyi değiştirmeden, yaşamımızı değiştirmemiz asla mümkün olmaz.
Sürüngen
beyin, üstüne vazife olmayan bir işi yapmaya kalkıştığında çuvallar.
Sâdece yaşamı sürdürme düzeyinde bir zekaya sâhip olan bu organ,
birdenbire yaşamla ilgili kararlar veren bir otorite haline gelir.
Sürüngen
beynin temel stratejisi, kabaca şöyle bir çelişki içerir: “Peşinden
koş, ama sakın ona ulaşma!” Ulaşılmak istenen sonuç her şey olabilir;
aşk, sevgi, cinsellik, bolluk, güç, yaratıcılık, sağlık, bilmek,
hatırlamak, her şey! Örnek verirsek, asla kaldıramayacağı ve aslında
kendisiyle ilgisi de olmayan bir takım sorumlulukları kaldırmaya çalışan
bir kişide, bir süre sonra kaçınılmaz olarak bel ağrıları ve fıtık
ortaya çıkar.
Hayatınızın bir amacı vardır. Ve yaşadığınız her
şey, bu amaca hizmet eder. Bu amaç, ruhunuzun çekirdeğinde öylece
durmaktadır. Ve ne olursa-olsun, ne kadar zaman geçerse-geçsin,
kendisini mutlaka gerçekleştirecek gizli bir proje olarak, sizin
tarafınızdan oluşturulmuştur. Evet, çok fazla çıplak bir gerçek bu,
kabul ediyorum.
BEDEN VE ZİHİN ARASINDAKİ İLİŞKİ
Beden ile zihin bir bütünün sibernetik parçalarıdır. Birbirlerini etkilerler.
Burada, bedenin en gizemli sistemleri olan nöro-transmitterlerden söz etmek gerekiyor.
Sinir
sistemindeki impulsları hücrelere ileten bu kimyasallar sayesinde,
beynin nöronları bedenin geri kalan bölgeleriyle konuşur ve
haberleşirler. Transmitterler bir tür mesaj taşıyıcılardır. Bunlar,
bütün hücrelerin yaşamlarına etki ederler.
Düşünmek, beynin kimyasını devreye sokmak ve hücrelerin, bedenin her yanına tepkiler göndermelerini teşvik etmek anlamına gelir.
Uyuyan
bir kedinin omurilik sıvısından ufak bir miktar alıp, uyanık bir kediye
şırınga ederseniz, o da derhal uyumaya başlar. Hayvanı uyandırmak için
de, uyandırıcı bir kimyasalı omuriliğe şırınga etmek gerekir.
Bizim
acıya karşı direncimizi oluşturan şey, beynin ürettiği “endorfin” ve
“enfaklin” biyo-kimyasallarıdır. Örneğin “dopamin” adlı bir
transmitterin, şizofrenlerin beyninde anormal denecek düzeyde çok olduğu
gözlemlenmiştir.
Burada iki türlü düşünebilirsiniz; ya onlar
salt bu nedenle şizofren olmuşlardır ya da şizofren oldukları için
beyinlerinde bu madde artmıştır.
Zihin, maddi bir şey değildir.
Ama yine de bu karmaşık iletişim molekülleri ile birlikte çalışabilecek
bir yöntem geliştirmiştir. Örneğin yalan makinesi, yine bu önerme
temelinde iş görür. İnsanların o andaki nabız atışları, göz
bebeklerindeki değişmeler, ses tonlarındaki frekans değişimleri ya da
tükürükleri incelenerek yalan söyleyip-söylemedikleri anlaşılır.
Bâzı
insanların neden bolluk içinde yaşamak istedikleri halde, yokluk içinde
bulundukları ve neden nitelikli ilişkiler kurmak istedikleri halde,
çatışmalar yaşadıkları da bu yolla ortaya çıkar.
Çünkü zihinde ne varsa, dış dünyada da o olur. Hücresel bellek düzeyinizdeki kayıt neyse, hayat da size onu verir.
SİZİN ZİHNİNİZ ONLARIN ZİHNİYLE BİR BÜTÜNDÜR
Nerede bir iletişim sorunu varsa, orada mutlaka şu üç yanlışın yapılıyor olduğunu gözlemlerim bana öğretti: Beklenti, suçlama, yönlendirme.
Düşüncelerimiz, zaman ve mekân sınırı tanımadan başka insanlara ulaşabilirler. Bu, hayatın en önemli sırlarından birisidir.
Siz
kendiniz için ne düşünüyorsanız, insanlar da sizin için onu düşünürler.
Değersiz olduğunuzu düşünürseniz, insanlar da size değer vermezler.
Değerli olduğunuzu düşündüğünüzde ise, aynı insanların size değer
verdiklerini görürsünüz.
Onlar size, sizin istediğinizi verirler. Aynı bir Kuantum fotonu gibi davranırlar.
Bir
“Kuantum Çalışması” yaptığımız genç bir kadın, bir ay sonra şaşkınlık
içinde şöyle diyordu: “Çok tuhaf. Kocam sanki bana biat etti. Bir
dediğimi iki etmiyor. Hâttâ bir ara bana “sana neden daha önceleri kötü
davranıyordum bilemiyorum” bile dedi.
“Geçenlerde bana bin yüz
liralık bir telefon aldı. Oysa önceleri sâdece yüz liralık bir cep
telefonu kullanıyordum. Ne oldu şimdi, ben değiştiğim için mi o da
değişti?”
Sâdece insanlar mı?
Hayır, daha da fazlası var.
Her tür şey. Organlar, mekanlar, kavramlar bile değişir!
Morfik
Rezonans Kuramı’nın bulucusu Rupert Sheldrake türlerin birbirleriyle
“morfik bir alan” vasıtası ile iletişim kurduklarını söylüyor. Bu
görüşün esası, benzer titreşime sâhip olan kaynakların birbirleriyle
rezonansa girmeleri bilgisine dayanır. Örneğin bir odadaki gitarın “la”
sesi titreştiğinde, aynı odadaki örneğin piyanonun “la” tuşunun teli de
titremeye ve “la” sesini çıkarmaya başlar.
Dünyanın belli
dönemlerinde bâzı fikir akımlarının birdenbire moda oluvermesinin nedeni
belki de budur. 68’lerde Hippilik akımıyla başlayan savaş karşıtı
gençlik hareketi ve 80’lerdeki bireysel refah arayışları bir anda sanki
gizli bir emirle bütün dünyaya yayılmıştı.
Bazen de bilimsel bir
buluş, dünyanın farklı yerlerinde farklı bilim insanları tarafından aynı
anda yapılır. Shaldrek, işi daha da ileri götürerek, örneğin
bir arabayla bir kez kaza yapılınca, bunun metalde bir kayıt haline
geldiğini iddia ediyor ve aynı arabanın sık sık kaza geçireceğini ileri
sürüyor.
ZİHİN NEYSE, DÜNYA ODUR!
Dış
koşulların geçici olarak değiştiği zamanlarda bile, durumun bir süre
sonra tekrar zihnin haritasına uygun olan pozisyona geri döndüğü
olaylar, bu görüşü desteklemektedirler.
Yâni zihinsel dünya
değişmezse, dış dünyanın değişmesi, durumu değiştirmiyor. Eninde-sonunda
dış dünya, zihinsel dünyamıza uymak zorunda kalıyor.
ÇEKİRDEK İNANÇ HEP TEKRAR EDEN OLAYLARI OLUŞTURUR
“Çekirdek
inanç” neyse, hayatın kendisi de o olur. Bu yasa, holografik mantığa da
uyar. En küçük birimdeki yazılım, bütünün bilgisine sahiptir ve uygun
koşullar sağlandığında, tek başına “bütünü” yeniden oluşturabilir.
Nasıl
ki bedenin en küçük bir parçası (kan, idrar, hücre gibi) bütün beden
hakkındaki bilgileri iletirse, çekirdek düşünceler de kaderimiz hakkında
bilgi verirler bize. Çekirdek inancın döngüsü neyse, hayatın döngüsü de
o olur.
Parayla, işle, ilişkilerle ve her şeyle ilgili olan
inançlarımız ve beklentilerimiz kendilerine uygun sonuçlar yaratırlar.
Örneğin, dünyanın adaletsiz bir yer olduğuna inanan bir kişi
haksızlıklara uğrar, hayatın zor olduğuna inanan bir kişi ise,
zorluklarla mücadele etmekten kurtulamaz. Fakat insanlar bu gibi kısır döngülerinin farkında değillerdir. Çünkü sürüngen beyinleri, o konuda kör bir nokta yaratmıştır.
TEPKİSEL ZİHNİ DEVREYE SOKAN SEVGİSİZLİK ÖRNEKLERİ
Daha
anne karnındayken istenmediğini hisseden bir bebek, yaşamsal anlamda
kendisini güvende hissetmez. Ve hemen devreye, sürüngen beyninin
tepkisel zihni girer. Kaygılı ve korku içindeki bir hamile anne de aynı
etkiyi oluşturur. Çocukta, anne-baba arasındaki bağırtılı kavgalar da,
ilkel bir düşünce tarzını devreye sokan önemli bir durumdur.
Toplumun
büyük bir kısmını, küçükken cinsel tacize uğramış olan yetişkin
insanlar oluşturur. Çoğu, bu gibi deneyimlerini bastırmış ve
bilinçaltına itmişlerdir. Fakat bunların etkileri çok ağır olarak, bütün
hayatları boyunca devam eder.
Acı olan, bu işi ailedeki çok
yakınların yapıyor olmalarıdır. Baba, dayı, ağabey gibi. Bu gibi
tacizler aile büyükleri tarafından bilindiği halde, çeşitli bencilce
sebeplerden dolayı üstleri örtülmektedir. Anne-babanın çocukları için
kendilerini feda etmeleri, çocuğun da kendisini onlar için feda etmesine
yol açar.
Bir de çocuklarına “aman sen dur, biz hallederiz”
diyen aileler vardır. Onlar da çocuklarının güvensiz ve pısırık
olmalarına yol açarlar. Aşırı katı ve kuralcı bir ailede yetişen bir
çocuk, eleştirici ve memnuniyetsiz birisi olur-çıkar.
dualarim.org
Bes duyuya gorunmeyeni ve ezoterik bilgilerin kurcalandigi, insanin bu planetteki misyonunun soru ve cevaplari...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
-
UC ENERJIYI DENGELEYIN TUM OLUMSUZLUKLARI ATIN Asiri aktiflik, hiperactiflik haliniz varsa --Rajasiniz Asiri tembel ve erteleyen ve hicb...
-
Louise Hay’den Pozitif yasam icin olumlamalar: Degisme Zamani; Beni yaratan guc, bana kendi yeni hayatimi degistirme gucude vermist...
-
Sağlıklı Kalmak İsteyen Herkes için Prof. Arnold Ehret`in mukussuz şifa diyeti, doğanın bize öngördüğü tek tedavi yöntemidir. Bu diyet, c...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder