30 Nisan 2013 Salı

QUANTUM SICRAMA NEDIR?

KUANTUM SIÇRAMA

Özellikle, kişiliğinizin temelini oluşturan “çekirdek inanç” çok önemli bir konudur. Ve bu modelin her defasında nasıl işe yaradığını görmek, sizin için de şaşırtıcı olacak. “Kuantum Uygulama” derin düzeyde bir çalışmayı içerir. Daha çok hücresel düzeyde bir çalışmayı. Ayrıca ailesel kaderle ilgili ortak enerjiyle ve ortak morfo genetik alanla ilişkili çalışmaları da kapsar. Bu yüzden derin, kalıcı ve güçlü bir etki yapar.

Bütün dünyada, artık insanla ilgili her konuda bütüncül bir yaklaşım söz konusu. İnsan; zihin, beden ve ruh üçlemesinden oluşuyor çünkü. Bu üç kısımdan en etkili olanı “ruh”tur. Yâni insanın “kendisi” ya da Ben. Seçimleri yapan bu “Ben”dir ve olaya bu açıdan bakmadıkça, sorunlara çözüm bulmak da imkansızlaşır.

İnsan gökte ya da yerde olmayı kendisi seçer. “Çekim Yasası” gerçekten çok önemli bir sır. “Benzer, benzerini çeker” diye özetleyebileceğimiz bu kural, ne düşünür ve ne beklersek, onun gerçek olacağına dair evrensel ve kadim bir yasayı ortaya koyar.

O halde hayatınızda iyi şeylerin olmasını istiyorsanız, iyi şeyler düşünmeniz gerektiği çok açıktır. Bu konuda bu aralar pek çok kitap çıktı. Özellikle “Sır” adlı kitap sansasyonel bir etki yaptı. Harika! Kaderciliğe ve acizliğe indirilmiş bir darbeydi bu ve tam da en uygun zamanda yayınlandı.

Ancak, hiçbir şekilde görmezlikten gelemeyeceğimiz çok önemli iki yasa daha var:

Hak Yasası ve Tekâmül Yasası.

Bu iki yasa hakkında “Kuantum Düşünce Tekniği” kitabında açıklamalar bulabilirsiniz. Çünkü hayat sâdece “düşün ve istediğini elde et!” gibi basit bir formülle özetlenemez.

Olumlu bir şekilde düşünebilmek için, önce çekirdek inancın değişmesi gerekir. İkinci olarak, elde ettiğiniz şeylerin hak çizgisine uygun olmaları şarttır. Üçüncü olarak ise, elde edeceğiniz şeylerin, o an sizin tekamülünüz için uygun olmaları bir zorunluluktur.

“Gerçek neden acıdır?” Çünkü ego, gerçekten hoşlanmaz. Onun varlığı, gerçek olmayanın üzerine kurulmuştur. Bu yüzden, gerçeklerin üzerleri örtülür ve bir süre sonra sır olarak kalmaya başlarlar.

Hayatınızın bütün sorunları, sahte kimliğiniz tarafından üretilir. Bu, birinci gerçektir. Kaldırılamayacak kadar çıplak mı bu gerçek?

KUANTUM ÖNERMELER

İnsan, kendi Tanrısal potansiyelini ortaya çıkarmak için yaratılmıştır.

Hayatımızın tüm araçları bu ana amaca hizmet ederler. İşimiz, ailemiz, sosyal ilişkilerimiz ve maddi kazanımlarımız, bedenimiz ve hayat deneyimlerimiz, bunların hepsi, özümüzde var olan Tanrısal niteliklerin ortaya çıkmaları için birer araçtır. Araçları amaç haline getirdiğimizde, ki bunu sık sık yaparız, sistem, bizi tekrar sahaya çekmek üzere işlemeye başlar.

Zihin ile beden ve dış dünya ile insanlar arasında sibernetik bir etkileşim mevcuttur.

İnançlarımız, düşüncelerimiz ve duygularımız dış dünyada nelerin olup-biteceğini birebir belirleyen enerjilerdir. Dolayısıyla, zihinde ne varsa, dışarıda da o olacaktır. Tersine bir deyişle, dışarıda olup-biten her şey, zihinde olup-bitenlerin açılımından ibarettir. Siz, eninde-sonunda size bir haksızlık yapılacağına inanıyorsanız, hiç merak etmeyin bu gerçekleşecektir.

Başarmak için koşuşturup-duruyor, ama sonuca ulaşamıyorsanız, bilin ki aslında başarıdan korkuyorsunuzdur.

İnsan bedeni, düşünceyi somut bir biçime dönüştüren çok boyutlu bir yapıdır.

Düşünceler ve duygular, nörolojik düzeyde başlayan bir süreç aracılığı ile değişik kademelerden geçerek çeşitli fizyolojik etkiler oluştururlar. Düşünceler, nöro-peptitler aracılığıyla kimyasal reaksiyonlara dönüşürler.

İnsanın en büyük çelişkisi, kendisini koruma içgüdüsü ile kendisini ifâde etme emri arasındaki karşıtlıktan doğar.

Beynin ilkel kısmında kodlanmış olan kendini koruma içgüdüsü ile ruhtaki gelişme emri arasındaki dengesini yitirdiğinde, kişi, yerinde çakılır-kalır ve bir süre sonra bedeni de buna uygun tepkiler göstermeye başlar. Kendimizi koruma yanımız, hep bir güvenlik arayışı peşindedir ve bu nedenle gereken her şeyi yapması için, beynimizi ve bedenimizi zorlar. Ruhtaki gelişme arzusu ise, mutluluk ve haz peşindedir, sâdece güven içinde olmak ona yetmez ve sonunda mutlaka bu kısmımız, diğerini alt eder. En ideali, bu iki kısmın birlikte ve uyum içinde çalışmalarıdır.

İnsan kendi seçimlerinde özgürdür ve karşımıza çıkan sonuçları yaratan da bu seçimlerdir.

Yaşamımızla ilgili bütün sonuçlar, bizim seçimlerimizle oluşurlar.

Sorunlar, ancak sürüngen (ilkel) beyinde kayıtlı olan strateji değiştirilirse çözülebilirler.

Diğer bütün çalışmalar (Reiki, Meditasyon, Biyoenerji, NLP, Nefes Terapileri, Akupunktur) ya bilinç düzeyinde, ya bilinçaltı düzeyde, ya enerji düzeyinde ya da duygu bedeni düzeyinde işlem yaparlar. Sürüngen beyin ise, bütün biyolojik varlığımızı kontrol eder ve bizim çevreye yaydığımız temel enerjiyi belirler. O yüzden sürüngen beyindeki kaydı değiştirmek, hayati bir önem taşır.

SÜRÜNGEN BEYNİ TAKDİMİMDİR

Doğrusunu bildiğiniz halde, yanlışını yaptığınız zamanlar oldu, değil mi?

Daha iyisini yapacağınızı bildiğiniz halde, kendinizi sınırladığınız. Sanki kendinizi ikiye bölünmüş gibi hissettiğiniz zamanları hatırlıyorsunuz değil mi?

Kafanızın arka tarafındaki küçücük, ama çok önemli bir organdan söz edeceğim şimdi: “sürüngen beyin”den!

Beynimizin alt ve arka tarafında, evrimin ilk aşamalarından, bir sürüngen olarak yaşadığımız dönemden bize miras kalan bir bölüm bulunur. Adına: “Serebellum” denilen bu kısım, yaşamımızı sürdürmekle ilgili olan reflekslerimizi oluşturmakla yükümlüdür. Bu nedenle de: Yemek, içmek, barınmak ve kendini güvende hissetmekle ilgili konularla ilgilenir. Burası, “aklın çekirdeği”dir aslında. Ancak bu organ, çok basit bir mantıkla iş görür. Onun için her şey ya siyahtır ya da beyazdır veya iyi ya da kötüdür. Ya durmalı ya da kaçmalıdır.

İşte bizim bilinçli zihnimizle; iyi olmayı, başarılı olmayı, sağlıklı olmayı istememize rağmen, bunlara ulaşmamıza engel olan, beynin bu kısmıdır. O, sâdece hayatta kalmakla ilgilenir, mutlu olmakla değil.

O “en azından” mantığıyla çalışır. En azından bir maaş, en azından yatacak bir yer, en azından bir eş, en azından yaşamak…Fakat bu “en azından” mantığı, bir süre sonra hedeflenen sonucun da elden gitmesine yol açar. Çünkü bu, işe yaramayan bir stratejidir.

Bizim tarafımızdan iletilmiş olan bir kararla sürüngen beyin tarafından oluşturulan yaşam stratejisi, bir “çekirdek inanç” doğmasına yol açar. Ve her şey, bu çekirdek inanca göre şekillenir. Buradaki “her şey” gerçekten “her şey”dir. Bilinçaltı matriksimiz, kişiliğimiz, ilişkilerimiz ve tüm “kaderimiz”dir.

 Sesi çok güzel olan genç bir kadının, tam da hayallerini gerçekleştireceği bir sırada boğazında nodül çıkmıştı.

 Bir başkası, büyük bir şirketin genel müdürü ve çok başarılı bir yöneticiyken, babası ile yeni bir işe giriştiklerinde, bu işi batırmak için özellikle çaba harcadığını fark etmişti.

 Bir adam, çalıştığı şirkette çalışkanlığı ve yetenekleri ile en tepe noktaya geldiği an işten çıkartılmıştı. Daha doğrusu kendisini işten attırmıştı!

Çünkü sürüngen beynin stratejisiyle, bilinçli aklın amaçları çatışıyorlardı. Ve o da, bu çatışmanın arasında kalıyordu. Aynı anda iki farklı emri birden beyninin içinde duyuyor ve birbirleriyle çelişen bu iki emre de uymaya çalışıyordu. Ve sonunda strese giriyor, bedeni de bir hastalık ya da bir sonuç üretiyordu.

Emin olun ki, bu gibi durumlarda kazanan, her zaman sürüngen beyin olur. Göğüslerimizde tümör oluşmasına ya da ay sonunu zar-zor getirmemize sebep olan veya birdenbire bütün yeteneklerimizi sıfırlayan odur.

Mutlu olmadığımız bir ilişkiyi sürdürmemizi sağlayan ya da yeni bir ilişkiye girmemize engel olan da odur.

Sürüngen beynimizdeki stratejiyi değiştirmeden, yaşamımızı değiştirmemiz asla mümkün olmaz.

Sürüngen beyin, üstüne vazife olmayan bir işi yapmaya kalkıştığında çuvallar. Sâdece yaşamı sürdürme düzeyinde bir zekaya sâhip olan bu organ, birdenbire yaşamla ilgili kararlar veren bir otorite haline gelir.

Sürüngen beynin temel stratejisi, kabaca şöyle bir çelişki içerir: “Peşinden koş, ama sakın ona ulaşma!” Ulaşılmak istenen sonuç her şey olabilir; aşk, sevgi, cinsellik, bolluk, güç, yaratıcılık, sağlık, bilmek, hatırlamak, her şey! Örnek verirsek, asla kaldıramayacağı ve aslında kendisiyle ilgisi de olmayan bir takım sorumlulukları kaldırmaya çalışan bir kişide, bir süre sonra kaçınılmaz olarak bel ağrıları ve fıtık ortaya çıkar.

Hayatınızın bir amacı vardır. Ve yaşadığınız her şey, bu amaca hizmet eder. Bu amaç, ruhunuzun çekirdeğinde öylece durmaktadır. Ve ne olursa-olsun, ne kadar zaman geçerse-geçsin, kendisini mutlaka gerçekleştirecek gizli bir proje olarak, sizin tarafınızdan oluşturulmuştur. Evet, çok fazla çıplak bir gerçek bu, kabul ediyorum.

BEDEN VE ZİHİN ARASINDAKİ İLİŞKİ

Beden ile zihin bir bütünün sibernetik parçalarıdır. Birbirlerini etkilerler.

Burada, bedenin en gizemli sistemleri olan nöro-transmitterlerden söz etmek gerekiyor.

Sinir sistemindeki impulsları hücrelere ileten bu kimyasallar sayesinde, beynin nöronları bedenin geri kalan bölgeleriyle konuşur ve haberleşirler. Transmitterler bir tür mesaj taşıyıcılardır. Bunlar, bütün hücrelerin yaşamlarına etki ederler.
Düşünmek, beynin kimyasını devreye sokmak ve hücrelerin, bedenin her yanına tepkiler göndermelerini teşvik etmek anlamına gelir.

Uyuyan bir kedinin omurilik sıvısından ufak bir miktar alıp, uyanık bir kediye şırınga ederseniz, o da derhal uyumaya başlar. Hayvanı uyandırmak için de, uyandırıcı bir kimyasalı omuriliğe şırınga etmek gerekir.

Bizim acıya karşı direncimizi oluşturan şey, beynin ürettiği “endorfin” ve “enfaklin” biyo-kimyasallarıdır. Örneğin “dopamin” adlı bir transmitterin, şizofrenlerin beyninde anormal denecek düzeyde çok olduğu gözlemlenmiştir.

Burada iki türlü düşünebilirsiniz; ya onlar salt bu nedenle şizofren olmuşlardır ya da şizofren oldukları için beyinlerinde bu madde artmıştır.

Zihin, maddi bir şey değildir. Ama yine de bu karmaşık iletişim molekülleri ile birlikte çalışabilecek bir yöntem geliştirmiştir. Örneğin yalan makinesi, yine bu önerme temelinde iş görür. İnsanların o andaki nabız atışları, göz bebeklerindeki değişmeler, ses tonlarındaki frekans değişimleri ya da tükürükleri incelenerek yalan söyleyip-söylemedikleri anlaşılır.

Bâzı insanların neden bolluk içinde yaşamak istedikleri halde, yokluk içinde bulundukları ve neden nitelikli ilişkiler kurmak istedikleri halde, çatışmalar yaşadıkları da bu yolla ortaya çıkar.

Çünkü zihinde ne varsa, dış dünyada da o olur. Hücresel bellek düzeyinizdeki kayıt neyse, hayat da size onu verir.

SİZİN ZİHNİNİZ ONLARIN ZİHNİYLE BİR BÜTÜNDÜR

Nerede bir iletişim sorunu varsa, orada mutlaka şu üç yanlışın yapılıyor olduğunu gözlemlerim bana öğretti: Beklenti, suçlama, yönlendirme.

Düşüncelerimiz, zaman ve mekân sınırı tanımadan başka insanlara ulaşabilirler. Bu, hayatın en önemli sırlarından birisidir.
Siz kendiniz için ne düşünüyorsanız, insanlar da sizin için onu düşünürler. Değersiz olduğunuzu düşünürseniz, insanlar da size değer vermezler. Değerli olduğunuzu düşündüğünüzde ise, aynı insanların size değer verdiklerini görürsünüz.

Onlar size, sizin istediğinizi verirler. Aynı bir Kuantum fotonu gibi davranırlar.

Bir “Kuantum Çalışması” yaptığımız genç bir kadın, bir ay sonra şaşkınlık içinde şöyle diyordu: “Çok tuhaf. Kocam sanki bana biat etti. Bir dediğimi iki etmiyor. Hâttâ bir ara bana “sana neden daha önceleri kötü davranıyordum bilemiyorum” bile dedi.
“Geçenlerde bana bin yüz liralık bir telefon aldı. Oysa önceleri sâdece yüz liralık bir cep telefonu kullanıyordum. Ne oldu şimdi, ben değiştiğim için mi o da değişti?”

Sâdece insanlar mı?

Hayır, daha da fazlası var.

Her tür şey. Organlar, mekanlar, kavramlar bile değişir!

Morfik Rezonans Kuramı’nın bulucusu Rupert Sheldrake türlerin birbirleriyle “morfik bir alan” vasıtası ile iletişim kurduklarını söylüyor. Bu görüşün esası, benzer titreşime sâhip olan kaynakların birbirleriyle rezonansa girmeleri bilgisine dayanır. Örneğin bir odadaki gitarın “la” sesi titreştiğinde, aynı odadaki örneğin piyanonun “la” tuşunun teli de titremeye ve “la” sesini çıkarmaya başlar.

Dünyanın belli dönemlerinde bâzı fikir akımlarının birdenbire moda oluvermesinin nedeni belki de budur. 68’lerde Hippilik akımıyla başlayan savaş karşıtı gençlik hareketi ve 80’lerdeki bireysel refah arayışları bir anda sanki gizli bir emirle bütün dünyaya yayılmıştı.

Bazen de bilimsel bir buluş, dünyanın farklı yerlerinde farklı bilim insanları tarafından aynı anda yapılır. Shaldrek, işi daha da ileri götürerek, örneğin bir arabayla bir kez kaza yapılınca, bunun metalde bir kayıt haline geldiğini iddia ediyor ve aynı arabanın sık sık kaza geçireceğini ileri sürüyor.

ZİHİN NEYSE, DÜNYA ODUR!

Dış koşulların geçici olarak değiştiği zamanlarda bile, durumun bir süre sonra tekrar zihnin haritasına uygun olan pozisyona geri döndüğü olaylar, bu görüşü desteklemektedirler.

Yâni zihinsel dünya değişmezse, dış dünyanın değişmesi, durumu değiştirmiyor. Eninde-sonunda dış dünya, zihinsel dünyamıza uymak zorunda kalıyor.

ÇEKİRDEK İNANÇ HEP TEKRAR EDEN OLAYLARI OLUŞTURUR

“Çekirdek inanç” neyse, hayatın kendisi de o olur. Bu yasa, holografik mantığa da uyar. En küçük birimdeki yazılım, bütünün bilgisine sahiptir ve uygun koşullar sağlandığında, tek başına “bütünü” yeniden oluşturabilir.

Nasıl ki bedenin en küçük bir parçası (kan, idrar, hücre gibi) bütün beden hakkındaki bilgileri iletirse, çekirdek düşünceler de kaderimiz hakkında bilgi verirler bize. Çekirdek inancın döngüsü neyse, hayatın döngüsü de o olur.

Parayla, işle, ilişkilerle ve her şeyle ilgili olan inançlarımız ve beklentilerimiz kendilerine uygun sonuçlar yaratırlar. Örneğin, dünyanın adaletsiz bir yer olduğuna inanan bir kişi haksızlıklara uğrar, hayatın zor olduğuna inanan bir kişi ise, zorluklarla mücadele etmekten kurtulamaz. Fakat insanlar bu gibi kısır döngülerinin farkında değillerdir. Çünkü sürüngen beyinleri, o konuda kör bir nokta yaratmıştır.

TEPKİSEL ZİHNİ DEVREYE SOKAN SEVGİSİZLİK ÖRNEKLERİ

Daha anne karnındayken istenmediğini hisseden bir bebek, yaşamsal anlamda kendisini güvende hissetmez. Ve hemen devreye, sürüngen beyninin tepkisel zihni girer. Kaygılı ve korku içindeki bir hamile anne de aynı etkiyi oluşturur. Çocukta, anne-baba arasındaki bağırtılı kavgalar da, ilkel bir düşünce tarzını devreye sokan önemli bir durumdur.

Toplumun büyük bir kısmını, küçükken cinsel tacize uğramış olan yetişkin insanlar oluşturur. Çoğu, bu gibi deneyimlerini bastırmış ve bilinçaltına itmişlerdir. Fakat bunların etkileri çok ağır olarak, bütün hayatları boyunca devam eder.

Acı olan, bu işi ailedeki çok yakınların yapıyor olmalarıdır. Baba, dayı, ağabey gibi. Bu gibi tacizler aile büyükleri tarafından bilindiği halde, çeşitli bencilce sebeplerden dolayı üstleri örtülmektedir. Anne-babanın çocukları için kendilerini feda etmeleri, çocuğun da kendisini onlar için feda etmesine yol açar.

Bir de çocuklarına “aman sen dur, biz hallederiz” diyen aileler vardır. Onlar da çocuklarının güvensiz ve pısırık olmalarına yol açarlar. Aşırı katı ve kuralcı bir ailede yetişen bir çocuk, eleştirici ve memnuniyetsiz birisi olur-çıkar.


dualarim.org

Hiç yorum yok: